Dönemsel İş, Staj ve Gelecek Planlama

İş dünyasına atılacak gençlerde iki farklı ‘duruş’ dikkatimi çekiyor. Birinci grubun kafası tamamen karışık. Ne tür bir kariyer istediğini, nelere yeteneği olduğunu bilmiyor… Hayatın önlerine çıkardığı imkanlara göre kendilerini keşfetmeyi umuyor, fırsatlarave durumlara göre hareket etmeyi kendilerine şiar ediniyorlar. Diğer grup ise son derece hedef odaklı; tüm eğitim, sosyal, ilişkisel hayatlarını buna göre organize etmiş… Bunlar üç-beş-10-20 hatta 30 yıllık gelecek planlarını yapmış, gerekli eğitimleri almış, stajları tamamlamış, kilit insanlarla samimiyeti ilerletmiş vs.

Bu ikisinden birinin ‘daha iyi’ olduğunu iddia etmek zor. Çünkü iki tür yaklaşımın da kendi içinde sakıncaları ve güçlü tarafları var.

Birinci gruptakiler hayatın belirsizliklerine, ani dönüşlerine, bizim elimizde olmayan feyklerine karşı daha dayanıklı oluyor. Durumlara, fırsatlara göre kendilerine kapılar arıyor ve kervanı yolda düzüyorlar. İkinci grup ise hedefe kilitlenmiş scout füzesi gibi engelleri aşmakta, yılmamakta ve özellikle de mesleki derinleşmede başarılı oluyor. Birincilerin riski yolda kaybolup kayıp gitmek, ikincilerinki ise revize edilmesi ya da vazgeçilmesi gereken hedeflerde bile ısrar ederek başarısızlık kapısına ulaşmak.

Ben ikinci gruptakilere yani ilk gençlik hatta çocukluk yıllarından itibaren ne yapacağını kesin biçimde bilen, tarif eden ve buna ulaşmak için stratejik biçimde plan yapanlara imrenirim. Çünkü iç sesimi dinlememe, yetenekli olduğum alanları üç aşağı beş yukarı bilmeme rağmen çok kesin bir yol haritası çizmekten epey uzak oldum hep. Kesin bildiğim tek şey, iş dünyasının daima ilgimi çektiğiydi. Aslında sanırım de ilgilendiğim iş değil, büyükler dünyasıydı ve iş, buna burnumu sokabildiğim noktaydı.

Ortaokulun başlarından itibaren yaz tatillerimin bir kısmını ‘çalışarak’ geçirdim.

Küçük yaşlarda gitmeme izin verilen tek yer, dayımın evimize yürüme mesafesindeki mimarlık ofisiydi. İzne çıktığı dönemde sekreterin görevlerini devralırdım; boyumdan büyük bir ses tonuyla telefona bakmak, misafir geldiğinde çay kahve servisi yapmak, geleni gideni karşılamak vs. Bu hizmetlerim için harçlığımdan çok, sekreterin maaşından daha az para kazanırdım. Bu para kendimi çok yetişkin ve (biraz) özgür hissetmeme neden olurdu.

Daha sonra üniversite yıllarında Pan Amerikan Havayolları’nda çalışmaya başladım.

ODTÜ’den bir arkadaşım, Pan-Am’da güvenlik elemanı olarak part-time işe girdiğini ve çok eğlendiği anlatmıştı. Yolculara ahret soruları soruyor, verilen cevapları beğenmezse bavullarını didik didik arayabiliyorlardı. Üstelik sonsuz bedava bilet hakkı, iyi maaş,üniversiteöğrencilerinden oluşan eğlenceli bir grup vardı işin içinde. Hemen başvurdum, şansım da yaver gitti, işe alındım. İnanılmaz bir tempoyla çalışıyordum. Haftanın üç günü sabaha karşı 04.00 gibi servis beni evden alıp havaalanına götürüyor, sabah 07.00 gibiuçak kalktıktan sonra koşa koşa ODTÜ’deki dersime yetişiyordum.

Çok iyi para kazanıyor ama harcayamayacak kadar da yoruluyordum.

Sabaha karşı işe gitmek için kalktığımda bütün ev ahalisi ayaklanıyor, ben güvenleservise binene kadar da annem ve babam arkamdan bakıyordu. Neden böyle bir tempoyla kendimi ‘harap’ ettiğimi bir türlü anlayamayan babam, bir yandan bu azmimle gizli gizli gurur duysa da biricik kızının bu ‘eziyete’ artık bir son vermesi gerektiğinidüşünüyordu. Bir ara işi bırakmam karşılığında harçlığımı, kazandığım paraya çıkarmayı bile teklif etti. Ama işin eğlencesi, bana sağladığı inanılmaz başarma duygusu ve her yıl hak ettiğim sınırsız sayıdaki seyahat biletinin karşılığını nasıl sağlayacağını açıklayamıyordu tabii. Pan-Am’daki işim sayesinde birkaç yaz tatilimi Amerika’da veAvrupa’da geçirdim. Yaşıtlarım trenle dolaşırken ben, ağabeyim ya da bir arkadaşımla zaman zaman business ya da first class’ta uçarak yapıyordum bu yolculukları.

Sonra bir sömestr baktım ki ders programımla çalışma saatlerim çakışıyor. Başımdan aşağı kaynar sular inmişken Körfez Krizi patladı ve Atlantik uçuşları iptal oldu. Bir süre sonra istifa etmek zorunda kalmadan sadece okula gittim.

Sonra Pan – Am’ın satılması üzerine daha üniversiteyi bitirmemiş biri olarak ilktazminatımı aldım. Bu para sayesinde (tabii ailemi de bir parça ‘söğüşlediğimi’ itiraf etmeliyim) ilkarabamı aldım.

Okul bitip de iş hayatına atıldığım zaman ise sadece eğlenmemi, iyi para kazanıp bir de gezip tozmamı sağladığını sandığım bu ‘öğrencilik işleri’nden ne kadar çok şeyöğrendiğimi anladım. İş dünyasının kurallarını, dayanıklı olmayı, uykusuz çalışmayı, yaratıcı çözüm geliştirmeyi, sis yüzünden kalkmayan bir uçak yüzünden her tür zeka seviyesinden sinirli insanla (gülme krizine girmeden) baş etmeyi, ufacık hataların nelere mal olabileceğini, Amerikalılarla çalışma kültürünü (Forbes’da çok işime yaradı) vs. Pan – Am’daki işimden öğrenmiştim.

Bu yüzden hiçbir zaman boş durmamayı ilke edindim kendime. Hiçbir şey yapamazsam faydalı bir yerde gönüllü çalışırım. Yurtdışında mastır yaptığım sırada gönüllü olarak Lahey Uluslararası Barış Konferansı için çalışmıştım.

Haftalarca helak olduktan sonra yorgunluğumu, dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan ve Ürdün Kraliçesi Nur’la tanışarak atmıştım.

İş bulmanın giderek zorlaştığı, rekabetin giderek daha çetin hale geldiği bu dönemde iş hayatına atılıyor olmak gerçekten zor. Hele hayatını anne-babasının gözbebeği olarak geçirmiş, Türk aile yapısı gereği bebek yerine konmuş, aşırı kollanmış çocuklar olarak kendi kanatlarıyla uçmak zorunda olmak daha da can sıkıcı. Ama iş, kariyer vs. sadece para için yapılmıyor. Öyle olsaydı bugün hafta içi günlerde özellikle İstanbul’un Bebek, Nişantaşı gibi semtlerinde iki dirhem bir çekirdek giyinmiş, havalı arabalarla gezerek aylaklık yapan, kafelerde muhabbet ederek zaman öldüren varlıklı aile çocuklarının tamamına yakının depresyonda, mutsuz, hap bağımlısı, tatminsiz vb. olmaması gerekirdi.

Özellikle üniversite gençliği… Ekonomik, sosyo-kültürel durumunuz ne olursa olsun; kafanızda bir iş ve kariyer planı olsa da olmasa da mutlaka yaz tatilinizi (hiç değilse bir kısmını) kendinizi keşfetmenize, daha iyi anlamanıza, nelere karşı yeteneğiniz ve ilginiz olduğunu fark etmenize yarayacak bir işte sebat ederek geçirin. Biraz üç paralık adamların ağız kokusu çekin, biraz anlamsız işler yapın, gerekiyorsa günlerce fotokopi çekin, ayak işlerine bakın, çay servisi yapın vs… Ama mutlaka yapın. Şimdi canınızı sıkan bu tecrübe ilerde hem çok işinize yarayacak hem de psikolojik sağlığınızın bile garantisi olacak…

Burçak Güven – İş’te İnsan